Düzmece Berlin Mahkemesi'nde Ermeni zulmünün yaşandığı bölgede görev yapan Alman subaylarının ifadesi niçin alınmadı?
Kasım 1835’te Türkiye’ye gelen Helmuth von Moltke heyeti ile beraber nerdeyse aralıksız olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda görev yapan Alman askerî heyetlerinin amacı, ordunun yeni baştan ıslahı ve teşkilatlandırılmasıydı[1]. Bu heyetler, salt modern askerî sistemi Osmanlı ordusuna kazandırmak maksadıyla sayıca az, daha çok eğitim kurum ve birliklerinde görev yapan danışman-öğretmen misyonu ile çalışmaktaydı.[2]
Alman askerî heyetlerinin talim ve eğitim alanında Osmanlı ordusunu ne derece modernleştirdikleri sorusu tartışılabilir. Ancak tartışılmayacak bir konu, bu heyetlerin gelişiyle birlikte Ruhr’daki Alman silah fabrikaları üretiminin, Osmanlı ordusunun alımlarında ön sıraya yükselmesidir.
Esasen Almanya’nın reformcu subaylar yollamaya devam etmesinin başlıca nedeni, silah ticaretini ayakta tutabilmekti. II. Abdülhamid ise Almanya’dan silah alımına dur demeksizin bu işi âdeta Alman ittifakının bir bedeli olarak sürdürmüş, Alman danışmanları âdeta silah fabrikaları komisyonculuğuna teşvik etmiştir. Balkan bozgunu ve Birinci Büyük Savaşa giriş gibi olaylar, Alman askerî heyetinin üye sayısını artırdı. İstanbul’daki Avusturya-Macaristan askerî ataşesi Joseph Pomiankowski, Büyük Savaş başında Osmanlı ordusunda 40’ı aşkın Alman subayının görev yaptığını bildiriyordu[3].
1912 Balkan bozgunundan sonra, orduda Alman askerî heyetinin etkisi ve uzman-subaylarının sayısı artırıldı. İmparatorluk Birinci Büyük Savaşa Alman komutasında girdi denilebilir.
1913’te General Otto Liman von Sanders’in başkanlığındaki yeni Alman askerî heyetiyle, sadece Osmanlı ordusunda değil, imparatorluğun her örgüt ve köşesinde Alman nüfuzu artmaya başladı.[4]
Liman von Sanders başkanlığındaki Alman askerî yardım heyeti ve bu heyetin Birinci Dünya Savaşı sırasındaki faaliyetleri, yakın dönem Türk tarihinin en önemli konularından biridir. Bu heyetle birlikte Türkiye’ye gelen Alman subayları, Osmanlı Genelkurmayı’nda ve Osmanlı Ordusunun çeşitli kademelerinde etkili görevlere getirildi.
Osmanlı Genelkurmay Karargâhı Kıdemli Başkanlığı görevine getirilen Prusya Albayı Bronsart von Schellendorf,[5] 20 Ağustos 1914’ten itibaren olası savaş durumunda açılacak cephelerle ilgili planları hazırlamaya başladı. Savaş başladığında artık denetim mutlak olarak von Schellendorf’un, dolayısıyla Alman Genelkurmayı’nın elindeydi.
Savaşın başlaması ve büyük umutlarla çıkılan Sarıkamış seferinin büyük bir felaketle sonuçlanması, Enver Paşa’nın, ordu ve savaşın denetimini gittikçe artan düzeyde Alman subaylarına terk etmesine neden oldu. Osmanlı İmparatorluğu büyük Avrupa savaşının bir yan cephesi olarak görülmekteydi. Osmanlı Ordusu Alman Başkomutanlığı’na bağlı bir ordu, Osmanlı Genelkurmayı ise Alman Genelkurmayı’na bağlı bir ordu karargâhı olarak muamele görüyordu. Alman denetimindeki Osmanlı Genelkurmayı bütün önemli kararları, sefer planlarını ve her türlü yığınağı artık Alman Genelkurmayı’nın emir ve denetimi altında yapmaktaydı.[6]
Durum böyle olunca; Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’deki siyasî ve askerî gelişmeleri, Türk kaynaklarının yanısıra Alman arşiv belgeleri ve o sırada Türkiye’de bulunan Alman subaylarının raporları ve anıları* ışığında değerlendirmek gerekmektedir.
Alman Subaylarından Felix Guse ve Bronsart von Schellendorf’un* “Ermeni Tehciri” Hakkındaki Görüşleri:
Savaş yıllarında Türkiye’de istenmeden yaşanan olayları, karşılıklı çekilen acıları, çatışma ve boğazlaşmaları ve bugün, gereğinden fazla irdelenen Ermenilere yönelik “zorunlu göç” kararının alınmasındaki etkenleri yukarıda değinilen kaynaklar doğrultusunda ele almak, tarafsız değerlendirmelerle ciddi ve kapsamlı çalışmalar yapmak da artık bir zorunluluk haline gelmiştir.
İlber Ortaylı, zorunlu göç kararının alınması sebebini açıklarken; “Birinci Dünya Savaşı’ndaki ilk yenilginin ardından, istilacı ordulara gösterilen silahlı Ermeni desteği, Alman Genelkurmayı’nın da ısrarlı önerileriyle tehcir (zorunlu göç) kararının alınmasına sebep oldu” demektedir.[7]
Alman subaylarından Felix Guse ise Ermenilerin düşmanla işbirliği ettiğini, Ermeni huzursuzluğunun Tüm Anadolu’ya yayıldığını, isyan eden Ermenilerin cephe gerisinde büyük bir tehdit oluşturduklarını belerttikten sonra, ne yapılabilirdi? Sorusunu yöneltmekte ve zorunlu göç kararının alınması ile ilgili olarak şunları yazmaktaydı:
“Bu kritik an da Ermenilerin düşmanca davranışlardan vazgeçip, soyluluk gösterip göstermeyeceklerinin savaşmakta olan bir ordudan beklenmesi biraz fazla iyimserlik olurdu. Türkiye’nin bulduğu çözüm şuydu: ‘Ermeniler Türkiye’yi boşaltacaklardı.’ Kendilerini savunmak zorunda olan Türklerin başka bir çözüm yolu bulmaları pek mümkün görünmüyordu ve bu konuda söylenecek başka bir şey de yoktu.”[8]
Katilin değil, maktulün, yani Talat Paşa’nın yargılandığı Berlin’deki düzmece mahkemede görülen davada, konuyla ilgili bilgisi olmayan veya sadece kulaktan dolma bilgisi olan kişiler tanık olarak dinlendi. Gerçeği gören görgü tanıkları ise mahkemeye çağrılmadı. Ermeni zulmünün yaşandığı bölgede görev yapan Alman subaylarının ifadesi niçin alınmadı? Gerçeğin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak için, elimde olmayan nedenlerle yapamadığım tanıklık görevimi, sonradan da olsa, bu yolla yerine getirmek istiyorum diyen Alman Generali Bronsart von Schellendorf, 24.7.1921’de “Deutsche Allgemeine Zeitung” da yayınlanan yazısında, tarihe ışık tutuyor ve gerçekleri dile getiriyordu.[9]
Ancak, Almanya’nın askerî kanadının Ermeni sorununa bakış açısını yansıtan ve bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmamış olan Osmanlı Üçüncü Ordusu Kurmay Başkanı Felix Guse’nin “Die Armenieraufstand 1915 und seine Folgen (1915 Ermeni Ayaklanması ve Sonuçları)” başlıklı makalesini Almanca’dan Türkçe’ye olduğu gibi aktarmayı yeterli gördük.
Kaynak : Doç. Dr. Selami Kılıç , ERAREN